Cidde Radyosu Türkistan Bölümü
Programcı ve Çevirmeni
Toprakları üzerindeki acımasız işgal sebebiyle iradesi elinden alınmış durumdaki Doğu Türkistan halkı uzun süreden beri özgürlüğünden mahrum yaşamaktadır. Doğu Türkistan dâhil Türkistan halklarının binlerce yıl gerilere giden tarihine baktığımızda, yüz ölçümü 8,1 milyon kilometrekareden fazla olan topraklarında özgür ve bağımsız olarak ve diğer ulusların tehditlerinden emin bir şekilde yaşadıklarını görmekteyiz. Türkistan miladi 920 yılında Sultan Satuk Buğra Han’ın İslam dini ile şereflenmesiyle altın çağını yaşamıştır. Miladi 960’a gelindiğinde ise İslamiyet devletin resmî dinî ilan edilmiştir.
Ancak bugün üzülerek ifade etmeliyiz ki, 200 yıldan daha fazla bir süredir bu halk işgalci Çin tarafından peş peşe gelen akınlarla köleleştirilmeye çalışılmıştır. Fakat Doğu Türkistanlılar hiçbir zaman bu işgale boyun eğmemiş, topraklarında özgür bir hayat sürebilmek için direnişe ve mücadeleye devam etmiştir.
Orta Asya olarak adlandırılan bölge çağlar boyunca medeniyetlere ve kültürlere beşiklik etmiştir. Bu toprakların beşer medeniyetlerin beşiği olduğunu gösteren delillerden biri 1904 yılında Amerikan jeoloji ve sondaj ekibinin ortaya çıkardığı bulgulardır. Bu ekip Hazar Denizi’nin doğusunda, Aşkabat kentine yakın bir bölgede bazı tarihî kalıntılar bulmuştur. Bu kalıntılar ve benzeri bulgular Doğu Türkistan’ın dünya medeniyet tarihinde çok önemli bir rol oynadığını ve yerküre halkının birçoğunun bu bölgeden geçtiğini belgelemiştir. Ekibin başı ünlü Amerikalı jeolog ve kâşif Raphael Pumpelly, buldukları tarihî kalıntıları bilimsel olarak inceledikten sonra bıçağın yeni taş (cilalı taş) devrinde milattan 9.000 yıl önce Türkistan’da kullanıldığını belirtmiştir.
Aynı şekilde milattan 8.000 yıl önce bölgede hayvancılık yapıldığına dair bulgulara rastlanmış, bölgede yine milattan 6.000 yıl önceye ait dönemde maden sanatına dair bulgular elde edilmiştir. Kazılardan elde edilen bazı arkeolojik kalıntılar günümüzde Londra Müzesi’nde bulunmaktadır. Sven Hedin, Gunnar Jarring ve daha birçok Avrupalı misyoner bölgede arkeolojik kazılar yapmış ve buldukları tarihî eserleri ülkelerine götürmüşlerdir. İsveç’teki çok sayıda belge ve arkeolojik bulgu göstermektedir ki, komünist Çin tarafından 1949 yılından bu yana işgal edilen ve Sincan (Yeni Topraklar) olarak adlandırılan Doğu Türkistan bölgesinin gerçek sahipleri Uygur Türkleridir. Birçoklarının göz ardı ettiği bir başka gerçek de bütün Doğu Türkistan’ın büyük Çin Seddi’nin dışında kalıyor olmasıdır. Bilindiği üzere bu yapı gerçekte Çinlileri, “barbarlar” diye adlandırdıkları kabilelerden korumak üzere inşa edilmişti. Bu da tarihî olarak göstermektedir ki, bu bölge Çin sınırlarının dışında yer almaktadır. Burada yaşayan halkların ırkları bir, âdetleri de hemen hemen aynıdır. Sömürgeci ve işgalciler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Doğu Türkistan’ın manevi birliğini ve ruhi gücünü dağıtmaya muktedir olamazlar. Ne var ki, Doğu Türkistan 200 yıldır sürekli bir şekilde Çin işgaline maruz kalmaktadır. Bu işgallerin en sonuncusu da 1949 yılındaki komünist Çin işgalidir.
Bu halkın tarihî sürecini serdedecek olursak, uzun tarihleri boyunca birçok bağımsız devletler ve yapılar kurduklarını görürüz. Doğu Türkistan topraklarında kurulan belli başlı Türk devletleri şunlardır:
- Uygur Orhun Devleti (646-840).
- Karahanlı Devleti (840-1212).
- Saidiye Devleti (1514-1679).
- Bedevlet Yakup Bey’in Kurduğu Kaşgar Devleti (1860-1875).
- Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti (1933-1934).
- Doğu Türkistan Cumhuriyeti (1944-1949).
Doğu Türkistan’ın 1949 yılında komünist Çin tarafından işgalinden sonra bölge halkı kesintisiz bir direniş göstermiştir. Öyle ki geçen 61 sene zarfında Çin işgaline karşı 460’tan fazla ayaklanma yaşanmıştır. Modern Doğu Türkistan tarihindeki en önemli ayaklanmalardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
- Zeynettin Yusuf liderliğindeki 4 Mayıs 1990 tarihli Baren ayaklanması: Bu ayaklanmada birçok köy Çin güçleri tarafından yerle bir edilerek halk katledilmiştir. Bölgede yaşananların izleri hâlâ mevcuttur.
- 5 Şubat 1997 Gulca ayaklanması: Ayaklanmadan sonra tutuklanan 300’ün üzerinde Müslüman genç, sıcaklığın sıfırın altında 10 derece olduğu kış ayında üzerlerine sıkılan tazyikli soğuk su ile donarak şehit olmuştur.
- 5 Temmuz 2009 ayaklanması: Bu ayaklanma Doğu Türkistan davası için önemli bir dönüm noktasıdır. Etkileri hâlâ devam etmektedir ve Doğu Türkistan halkı özgürlüğüne tam olarak kavuşuncaya kadar da devam edecektir.
Bu onurlu halkın yaşam şartlarını aşağıda değineceğimiz birtakım önemli faktörler belirlemektedir.
Tehcir ve Çinlilerin İskân Edilmesi Politikası
Coğrafi ve tarihî olarak bilinen bir gerçektir ki, Doğu Türkistan asırlardır Türklerin yurdudur. Çin ile komşu olması, öteden beri bu ülke ile olan ilişkileri, peş peşe gelen Çin devletlerinin emelleri gibi sebeplerle ülkede Han Çinlilerden ve Hui Müslüman Çinlilerden Doğu Türkistan’a göçüp gelmiş kimseler bulunmaktaydı. Ancak bunların sayısı çok azdı. 1945 yılında yapılan nüfus sayımına göre Çinlilerin bölgedeki oranı %3, Türklerin oranı da %97 idi. 1965’ten sonra ise Çinlilerin oranı %40’ların üzerine çıkmıştır. Christian Science Monitor muhabiri, Türkistan’ın başkenti Urumçi’den 28 Ağustos 2008 tarihinde şu haberi geçmiştir: “Çin hükümeti milyonlarca Çinliyi alıp Sincan bölgesinde iskân etmektedir. Böylece Müslüman çoğunluğun etnik ve kültürel kimliği yok edilmek istenmektedir. Bugün bölgede Müslümanlar azınlık hâline gelmiştir.”
Komünist Parti eski Genel Sekreteri ve Çin eski Cumhurbaşkanı olan Jiang Zemin açıkça şunları dile getirmiştir: “Çin 200 milyon Çinliyi Türkistan’a yerleştirmeyi düşünmektedir. Ancak Doğu Türkistan halkının kesintisiz direnişi buna engel olmaktadır.”
Son direniş de kanlı 5 Temmuz 2009 olayları olmuştur. Bu olaylar neticesinde Çinli yerleşimciler bölgeyi terk etmeye ve kendi yurtlarına dönmeye başlamışlardır.
Doğum Kontrolü Politikası
Çin bir yandan Doğu Türkistan halkının kimliğini demografik değişimle yok etmeye çalışırken bir yandan da doğum kontrolü politikasını uygulamaya koymuştur. Bu politika Çin’in her tarafında uygulanıyor gibi görünse de gerçekte Doğu Türkistan’daki uygulamaları çok sert ve insanlık dışı bir şekildedir. Mesela genç bir çift evlilik izni almak için yetkili makamlara gittiğinde, beş yıl süre ile çocuk sahibi olmayacağına dair yazılı bir taahhüt vermek zorunda, aksi takdirde evlilik izni alamamaktadır. Taahhüde aykırı davranılması durumunda ise işten atılmakta ve 30.000 yuan para cezasına çarptırılmaktadırlar. Ancak bütün bu sert uygulamalara karşın birçok Doğu Türkistanlının kız erkek çok sayıda çocukları olduğunu biliyoruz.
Kimlikleri Köreltmek İçin Dinî Eğitimin Yasaklanması
Türkistan halkı 60 yıldır dinî eğitimden mahrumdur. Çin hükümeti din eğitimine hiçbir şekilde izin vermemektedir. Sadece başkent Urumçi’de göz boyama maksadı ile kurulmuş olan “Urumçi İslam Enstitüsü” adlı bir enstitü vardır. Burada da ancak 40 öğrenci eğitim almaktadır. Enstitüde Çin politikaları ve komünist felsefesi okutulmaktadır. 30 milyonluk bir nüfusa sahip bir halk için bu çapta bir enstitü nasıl yeterli olabilir?
Ülkede gizli olarak faaliyet gösteren medreselere karşı insan aklının kabul edemeyeceği çok katı uygulamalar bulunmaktadır. 2008 yılında sadece Urumçi kentinde yaşları 8-14 arası 200’den fazla çocuk altı aydan uzun süre hapsedilmiştir ve ancak her biri için 10.000 bin yuan para cezası ödendikten sonra salıverilmişlerdir. Bütün bu zorluklara rağmen Doğu Türkistan halkı dinini öğrenmek için büyük fedakârlıklara katlanmaktadır.
Uygur Dilinin Yasaklanması
2009 yılı Mart ayı başından bu yana resmî okullarda ve resmî dairelerde Uygur dilinin kullanımı yasaklanmıştır. Mesela eskiden Doğu Türkistanlıların kimlik kartlarında isim ve unvan Uygur dili ile yazılırken şimdi Çince yazılmaktadır. Öğretmenlerin Çinceyi iyi derecede bilmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde görevlerine son verilmekte ve yerlerine Çinli öğretmenler alınmaktadır.
Çinliler bu hukuk dışı uygulamalarla Doğu Türkistan halkının kimliğini yok etmek, özgürlüklerine ket vurmak ve kaderlerini tayin haklarını ellerinden almak istemektedirler.
Türkistan’da Özerk İdare Gerçeği
25 Ekim 1949 tarihinde Çin ordusu Doğu Türkistan’a işgal gücü olarak girdiğinde, başkent Urumçi havalimanında kendisini karşılamaya gelenlere General Wang Jing şunları söylüyordu: “Bizler sizlerin misafiri olarak burada bulunuyoruz. Bölgenizde işler rayına girdiğinde ülkemize geri döneceğiz. Bu, lider Mao Tse-Tung’un size sözüdür.” Misafir gerçekten ağır bir misafirdi. İşgalci Çin, Doğu Türkistan topraklarında bütünüyle hâkimiyet kuramadı. Zira Doğu Türkistan Cumhuriyeti olarak yapılanmış üç vilayette düzenli direniş ordusu bulunmaktaydı. İşgalden altı yıl sonra, tam tarihi ile 01.10.1955’te Çin Doğu Türkistan’a “Sincan Özerk İdari Bölge” adı ile özerklik vermeye mecbur kaldı. Dünya uluslarından herhangi bir ulusa özerklik verildiğinin ilan edilmesi, uluslararası hukuka göre, o halkın din, dil, örf ve âdetlerinin kabul edildiği anlamına gelmektedir. Aynı zamanda ülke halkının kendi topraklarının zenginliklerinden istifadesi, içeride ve dışarıda dolaşım özgürlüğü gibi konularda hak sahibi olduğu anlamına gelir. Yine Çin’in de imzaladığı Birleşmiş Milletler sözleşmesine göre, bir halka özerklik verilmesi, kaderini belirleme hususunda halk oylamasına gitmenin bir ön adımı olarak görülmektedir. Ancak durum böyle olmamış ve Doğu Türkistan’da otonomi hiçbir zaman tatbik edilmemiştir. Aksine bu sözde özerklik, uluslararası kamuoyunu ve Doğu Türkistan halkını aldatmacadan ibaret bir uygulama olarak kalmıştır. Bu şeklî özerklik idaresine muhalif oldukları için de on binlerce insan tutuklanmıştır.
Özgürlük Hareketleri ve Uluslararası Kamuoyunda Doğu Türkistan
Halkının Haklarını Talep Etmesi
Çok sayıda Doğu Türkistanlı dernek ve hareket uzun zamandan bu yana çalışmakta, maddi ve hukuki imkânları çerçevesinde faaliyetler gerçekleştirerek Doğu Türkistan halkının haklarını talep etmektedir. Bu doğrultuda Türkiye, ABD ve Orta Asya’da ve Almanya başta olmak üzere AB ülkelerinde bu kısa çalışmada adlarını sayamayacağımız kadar çok kuruluş bulunmaktadır. Yükselen Çin gücü dolayısıyla Doğu Türkistan davasını uluslararası mahfillerde gündem yapmak mümkün olmuyordu. Ancak 5 Temmuz 2009 olayları tabloyu tamamen tersine çevirmiştir. Artık dünya kamuoyu “Doğu Türkistanlılar kimdir ve sorunları nedir?” diye sormaya başlamıştır.
61 senedir Doğu Türkistan davası hiçbir zaman ölmemiştir. Direniş her türlü şekli ile hem kişiler hem de kurumlar düzeyinde devam etmiştir. Muhammed Emin Buğra (1901-1965), İsa Yusuf Alptekin (1901-1995) gibi isimler bu uğurda hayatını feda etmiş önde gelen şahsiyetlerdendir.
Bugün de bu davayı savunmaya Rabia Kadir devam etmektedir. Kendisi ilk olarak
1992 yılında İstanbul’da akdedilen Uluslararası Doğu Türkistan Konferansı’ndan
sonra oluşturulan Dünya Uluslararası Uygur Kurultayı’nı temsil etmektedir.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Orta Asya’daki kardeş ülkelerimiz gibi Doğu Türkistan davası ile ilgili devletler, Doğu Türkistan halkının trajedisini çok iyi bilmektedir. Bu halkın, varlığını sürdürebilmek ve haklarını elde edebilmek için verdiği mücadelenin farkındadırlar. Doğu Türkistanlıların sahip olması gereken haklar ve Çin işgalinin bu onurlu halka karşı Doğu Türkistan içinde ya da dışında işlediği suçlar bilinmektedir. Özellikle de Urumçi’deki son olaylardan sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç gibi liderlerin duruşları buna en güzel örnektir. Bu duruşun herkes tarafından örnek alınması gerekmektedir. Ayrıca Doğu Türkistan sorununu Birleşmiş Milletler ve BM Güvenlik Konseyi’ne taşımanın da Türkiye’nin bir görevi olduğunu düşünmekteyiz.
Doğu Türkistan Halkının Sorumlulukları
Doğu Türkistan’ın bağımsızlığına
kavuşmasında sorumluluk her şeyden önce Doğu Türkistan halkına, özellikle de
gençlere düşmektedir. Bu çerçevede şu hususlara önem vermek gerekmektedir:
·
Her
alanda ve her seviyede eğitim: Dünya halklarından herhangi bir halkın silkinip
kalkınması ve üzerindeki boyunduruktan kurtulması ancak bilgi silahı ile
mümkündür. Çin işgali eskiden olduğu gibi bugün de halkımızı cehaletin
karanlıklarında bırakmak, ilim ve irfandan uzak tutmak istemektedir. Özellikle dinî
ilimlerde ve modern bilimlerde yapılmak istenen budur. İşgalden kurtulmamızın
tek yolu bilgidir.
·
Medyaya
önem verilmelidir. Haklı davamızın uluslararası mahfillerde medya yoluyla
tanıtılması gerekmektedir. Bu davanın halklar ve kurumlar düzeyinde
tanıtılması, uluslararası ve bölgesel kamuoyunun kazanılmasıyla mümkündür.
·
Ekonomiye
önem verilmelidir. Ekonomi, özgürlük yolunda can damarımızdır. Büyük
zenginliklere sahip olan Doğu Türkistan toprakları 61 yıldır işgalci Çin tarafından
sömürülmektedir. Doğu Türkistan’ın yurt dışında da çok önemli kaynakları ve
iktisadi imkânları söz konusudur ve bütün bunların davamız için değerlendirilip
kullanılması gerekmektedir. İslam ülkelerinde Doğu Türkistanlıların kurduğu vakıflar
bulunmaktadır. Bütün bu oluşumlardan Doğu Türkistan davasının lehine istifade
etme yönünde azımsanmayacak bir destek söz konusudur.
·
Doğu Türkistan
davasının Çin’deki yabancı ülkelerin elçiliklerine, insan hakları örgütlerine,
uluslararası ve İslami kurumlara tanıtılması gerekmektedir. Böylelikle Doğu Türkistan’daki
Müslümanların haklarına saygı duyması için Çin’e baskı yapılması mümkün
olacaktır.
·
Çin,
elindeki bütün imkânlarla yaptığı zulümleri dünya kamuoyundan gizlemeye
çalışırken bu zulümleri ve işgal suçlarını ortaya çıkartmak için gayretlerin
yoğunlaştırılması gerekmektedir.
Doğu Türkistanlıların Takip Etmeleri Gereken Strateji
Bilindiği üzere Doğu Türkistan
halkı bir an bile ülkesi için fedakârlıktan geri durmamış, Çin işgaline son
vermek için direnişine devam etmiş, canını bu uğurda feda etmekten
çekinmemiştir. Buna en son örnek de 5 Temmuz 2009’daki olaylarda yaşananlardır.
Binlerce kadın erkek, yaşlı genç Doğu Türkistanlı, Çin savaş makinelerine karşı
göğüslerini siper etmiştir.
Yüzyıla yakın bir zamandır,
özgürlüğümüze kavuşmak için her türlü aracı ve yolu denemiş olmamıza rağmen
gönüllerimize ümitsizlik düşmemiştir. Bu uğurda çalışmaya devam edeceğiz.
Libyalı kahraman Ömer Muhtar’ın ünlü sözünde de ifade ettiği gibi: “Biz teslimiyet nedir bilmeyen bir ulusuz; ya
ölürüz ya zafer kazanırız.” Bu bağlamda kimi silahlı direnişi kimi de
barışçıl mücadeleyi benimsemektedir. Bunların hepsi yerine göre doğru olmakla
beraber davanın tüm boyutlarına baktığımızda uzun vadeli stratejik bir plan
ortaya koymamız gerektiği görülmektedir.
Haklarımızı elde etme noktasında
kullanabileceğimiz pek çok seçenek söz konusudur. Ben silahlı direniş seçeneğinin
bugünkü şartlarda başarılı olma şansını çok zor görmekteyim. Zira işgal gücünün
elindeki silahlar ile Doğu Türkistan halkının gücü denk değildir. Bugün
elimizdeki en önemli seçenek barışçıl direnişin her türlüsünü kullanma seçeneğidir.
·
Topraklarımızı
terk etmeyerek düşmana karşı durmaya devam etmeliyiz.
·
Doğum
kontrol yöntemi ile Çinlilerin toplu katliam politikasına daha çok çocuk
yaparak karşı koymalıyız.
·
Topraklarımıza
yerleştirilen Çinlilere karşı tecrit uygulayarak onları göçe zorlamalıyız.
·
Bilinçli
eğitimsizleştirme politikasına karşı her alanda yüksek eğitim almalıyız.
·
Uzaklaştırma
politikasına karşı her yerde karşılarına çıkmalıyız.
·
Dağıtıp
bölme politikalarına karşı saflarımızı birleştirmeliyiz.
·
Aramıza
casuslar yerleştirme politikalarına karşı parçalanmayarak kendimizi
korumalıyız.
Burada önemli bir nokta daha var
ki, o da yurdumuzun tarihî ve coğrafi adının Doğu Türkistan olduğudur. Bazıları
tarafından kullanılan “Uyguristan” veya “Sincan” gibi isimlerin hepsi işgal güçleri
tarafından amaçlı olarak kullanılan uydurma isimlerdir ve bunları asla kabul
etmediğimizi ifade etmek isteriz. Burada değinmek istediğim bir başka önemli
husus da Rabia Kadir’in başkanlığını yaptığı Dünya Uygur Kurultayı. Bu yapı
aslında 1992 yılında Doğu Türkistan Ulusal Konferansı olarak kurulmuştur. Sonra
birtakım hareketlerle bütünleşmesi söz konusu olunca adını tamamen
değiştirmiştir.
Çin’in Çöküşünü Hazırlayan Unsurlar
Çin’in dâhili durumunu bilenler
Çin’in gerçek gücünü anlamakta ve çok yakın bir gelecekte çökeceğini,
parçalanıp dağılacağını ve yedi devlete ayrılacağını tahmin etmektedir. Bu yedi
devlet Çinli bir araştırmacının da dediği gibi şu şekilde olacaktır: Doğu
Türkistan, Tibet, Tayvan, Mançurya, İç Moğolistan, Hong Kong ve Makau.
İşsiz sayısının 250 milyona
ulaştığı Çin’de işsizlik salgını Çinlileri ürkütmektedir. Öte yandan
zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum her geçen gün hızla büyümektedir. Ahlaki
yozlaşma, aile kurumunun zayıflaması ve rüşvet, Çin’in varlığını tehdit eder hâle
gelmiştir. Büyük küçük her işte rüşvet yaygınlaşmıştır.
Adi ve taklit Çin malları bütün
dünyayı işgal etmiş durumdadır. Ancak son yıllarda birçok dünya devleti Çin
mallarından yüz çevirmeye başlamıştır. Bu da Çin ekonomisini, uzun vadede de
olsa olumsuz yönde etkileyecektir. Biliyoruz ki bugün Çin, bütünlüğünü
zorbalıkla, istibdatla ve iktisatla korumaktadır. Ekonomi çökünce bütünlüğü de
kesinlikle çökecektir. Çünkü bir buçuk milyar insan komünist rejimin uyguladığı
politikalar nedeniyle mutsuzdur. Çin halkının %80’i yoksulluk sınırının altında
yaşamaktadır.
Sonuç
Doğu Türkistan halkının yaşadıklarına
ve işgalci Çin’in, topraklarından silip kazımak için bu halka neler yaptığına
kısaca değindikten sonra problemin şu üç temel boyutundan bahsetmek istiyorum. Birincisi;
Doğu Türkistan’da Çinli otoriteler ve Han Çinli gruplar tarafından yapılan
insan hakları ihlalleri tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. İkincisi; Doğu Türkistan’da
insan haklarının durumu Doğu Türkistan halkının geleceğini ve vatanlarındaki
varlıklarını tehdit etmektedir. Üçüncüsü; Doğu Türkistan halkının temel yaşam
hakları ile ilgili isteklerine Çinlilerin aşırı güç kullanarak müdahale etmekte
ve bu uygulamalara karşı bütün dünya susmaktadır.
Bu toprakların gerçek sahipleri
ve 61 yıldır işgal altında yaşayan bir ulus olarak bizler, hem din hem de dil
ve kültür olarak Çinlilerden çok farklıyız. Topraklarımız Çin’in coğrafi
sınırlarını tayin eden seddin dışındadır. Bunca zamandır yeryüzündeki
varlığımıza son vermek için gayret eden Çin’in politikaları asla başarılı olmamıştır,
olamayacaktır. Tam özgürlük hakkımızı istemek, kaderimizi tayin etme hakkımızın
olması ve Doğu Türkistan davasının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi çatısı
altında dile getirilmesi en tabii hakkımızdır.
Şunu iyi bilmemiz gerekiyor ki,
özgürlükler kolay elde edilmiyor. Onlarca, belki de yüzlerce yıl fedakârlıkla ve
ciddiyetle çalışmamız gerekiyor. Dinimizi, onurumuzu ve topraklarımızı
korumamız ancak bu şekilde mümkün.
Her şeyden önce şunu bilmemiz
gerekiyor ki, bizler Allah’a ve yeryüzüne koyduğu kanunlara iman etmiş
kimseleriz. Ve yine inanıyoruz ki, sabredersek ve hedeflerimize ulaşmak için
ciddiyetle ve ihlasla çalışırsak düşmanlarımıza karşı elbette zafer bizim
olacaktır. Bu Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’deki vaadidir:
“Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınıza karşı sebat gösterin, nöbet
bekleşin, Allah’tan gereğince korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran; 3/200)
“Çünkü Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça
etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor,
kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o, bozgunculardandı. Biz ise istiyorduk
ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım,
onlara (ötekilerin) yerini aldıralım. Ve o yerde onları hâkim kılalım, Firavun
ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.” (Kasas; 28/4-6)
“Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’
demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? And olsun ki, biz onlardan
öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya
çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut; 29/1-3)
Kaynaklar
Cengizhan, Abdülaziz. “Türkistan
Kalb-u Asya”.
İltber, Abdülhakim Baki.
“Müfekkiret-ü Türkistan’iş-Şarkıyye”
el-Verdani, Dr. İzzettin. “Türkistan’üş-Şarkiyye ve’s-Sin, es-Sırau beyn Hadarateyn”.
- 1303 defa okundu.